The Haunting of Hill House İncelemesi
15 Şubat 2021 0 Yazar: Mad Jack• Ortalama okunma süresi: 4 dakika
Bugün nispeten biraz eski bir yapım olsa da 2018 yılında, Shirley Jackson’ın The Haunting of Hill House (Tepedeki Ev) adlı romanından uyarlanan ve aynı ada sahip olan diziyi temel hatlarıyla ele alacağız.
Dizinin yönetmeni Mike Flanagan, başlarda bu romanı diziye uyarlamaya ilişkin kaygılarını dile getirmiş olsa da bizleri 10 bölümlük etkileyici bir yapımla buluşturdu. Dram, korku ve gizem türlerini esas alan dizi, 5 çocuklu Crain ailesinin taşındıkları hayaletli evde başlarından geçenleri konu alıyor. Dizi karakterlerin geçmişlerini ve bulundukları anı kapsayan, birden çok zaman diliminde, hikayesini aktarıyor. Bu da elimizdeki yapımı oldukça heyecanlı, sürükleyici, daha önemlisi detaylı bir hale getiriyor. Son dönemlerde de korku, gerilim türlerinde böylesine detaylı işlenmiş bir yapım olmaması dizinin ses getirmesini sağlayan diğer etmenlerden.
Biz de korku ve dram türüne ait bu denli detaylı ve mesaj içeren bir yapım üzerine bir şeyler karalayalım istedik. O halde bu ufak giriş yazımızın akabinde spoiler barındıran kısımla devam edelim.
The Haunting of Hill House, aslında klişe bir perili ev kurgusuna sahip. Beş çocuklu bir çift, Amerika’nın kimi yerlerinde, onarıma ihtiyaç duyan evleri tamir edip satarak geçimini sağlamaya çalışıyor. Aile, diziye adını veren tepedeki konağı, artık kendi evlerini alıp orada yaşamaya başlamalarından önceki son durak olarak görüyor. Ancak bu evde, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu dizinin hemen başında anlıyoruz. Çocukları fazlasıyla tedirgin eden sıra dışı olayları ebeveynleri neredeyse yok sayıyor ve tüm bunların çocuklarının hayal ürünü olduğunu düşünüyorlar. Ne var ki zamanla bu sıra dışı olaylar ve hayaletler, annenin ruhsal durumuna etki etmeye başlıyor ve sonucunda işler iyice kontrolden çıktığında dizi boyunca çözülmeye çalışılan gizem, annenin “o gece” ölmesiyle başlamış oluyor.
Dizi iki farklı zaman dilimini beraber izleyiciye sunuyor. Bu zaman dilimlerinden ilki tepedeki evde işlerin kontrolden çıktığı son geceye kadar olan dönemken ikincisi ise trajik olayın yaklaşık 20 yıl sonrasında, günümüzde geçiyor. Aradan geçen onca zamanda kardeşlik bağları zayıflamış ve yeni hayat düzeni oluşturmuş olsalar da değişmeyen tek şey var, o da perili evin psikolojik yükü. Burada üzerinde durulması gereken karakterler, kardeşlerin en büyüğü Steven ve en küçüğü Luke. Bir yazar olan Steven, korku türünde eserler yazmaktadır. En çok ses getiren eseri ise tepedeki evde yaşananları konu alan eseridir. Ancak diğer kardeşler tarafından kitapta gerçeklerin çarpıtıldığı düşüncesi, kardeşlerin ilişkisine sekte vuran ilk nedeni oluşturuyor. En küçükleri olan ikizlerden biri Luke ise bir madde bağımlısı oluyor ve zaman zaman kardeşlerinin parasını dahi çalacak kadar vurdumduymaz bir ruh haline bürünüyor. Tüm kardeşlerin birbirlerinden uzaklaşmaya neden olan farklı sorunları olsa da özellikle bu iki kardeşin tutumu, aralarındaki ipleri iyice gevşetiyor.
İlerleyen dönemde kardeşleri bir araya getirense yeniden trajik bir olaya şahitlik etmeleri oluyor. Bu olay, ikizlerden diğeri olan Nell’in travmalarını aşmak için tepedeki eve gitmesi ancak adeta kendisini bekleyen ev tarafından avlanması olarak özetlenebilir. Buna karşın başlarda Nell’in intihar ettiğini düşünen kardeşlerin yaşadığı iki ciddi trajedi, dizinin sonuna kadar harika bir uyum içerisinde ilerliyor.
Flanagan, bizlere her bölümde farklı bir karakterin çocukluğu ve yetişkinliği arasındaki ilişkiyi ayrıntılı olarak aktarma yoluna gitmiş. Bu durum da sonlara doğru iyice dram hikayesine geçiş yapan dizide neredeyse her karaktere bağlanmamızı, dolayısıyla izleyiciyi derinden etkilemeyi sağlıyor.
Ancak dizide göze batan bir nokta, “o gece” tepedeki evde yaşananlar hakkında, babalarının çocuklarını koruma adına onlara yetişkinlik dönemlerinde dahi hiçbir şeyden bahsetmemesi ve dizi boyunca bunun olması gerekenmiş gibi yansıtılması. Kaldı ki bunun dizide de çocukların psikolojik durumları açısından ne denli olumlu etkileri olduğu tartışılır cinstendi. Tabii dizinin sonlarında çocuklarını elinden geldiğince koruyan, hatta bir nevi kendini feda eden babanın da gerilim olarak başlayan ve yerini adeta müthiş bir aile dramasına bırakan dizinin başarısında payı büyük.
Tam burada diziye yapılan eleştirilere dair değinilmesi gereken bir nokta var: Kimi izleyiciler dizinin salt korku olmamasından, bazı bölümlerin neredeyse tamamen dram olmasından şikayetçi oldular. Ancak burada unutulmaması gereken dizi ilk duyurulduğunda dahi korku, dram ve gizem türlerinde olacağı biliniyordu. Dolayısıyla diziyi bu üç tür etrafında eleştirmek ve beklentimizi buna göre ayarlamak daha sağlıklı ve anlamlı olacaktır. Ayrıca dizide klişeler olduğu bir gerçek ama şunu unutmamakta fayda var ki yapımın esas odaklandığı şey korku değil, var olan hikâyenin altındaki derinlik ve detay kaygısıdır. Öte yandan Shirley Jackson’ın 1959 yılında yayımlanan gotik korku türündeki romanı da günümüzdeki klişelerin ilk kez kullanıldığı eserlerden olması klişe sorununu normalleştiriyor.
Dizide olay örgüsü tamamlandıktan sonra dram ve korku türündeki yapımlarda hiç alışkın olmadığımız şekilde nispeten mutlu bir sonla karşılaşıyoruz: Karakterler, travmalarından bir nebze kurtulmuş, hatalarından ders çıkarmış vaziyette bizlere duygusal bir veda ediyorlar.
Sonuç:
Korku-gerilim türüne ait film ve dizilerin başarılı olmasının diğer türlere göre daha zor olduğu söylenebilir. Neticede izleyiciye vaat edilenler az çok ortada, yapımın nasıl biteceği vs. daha tahmin edilebilir. Bunun aksini başarmaya çalışan Hereditary gibi bazı yapımlar olsa da onlar da birçok klişe barındırmakta ve farklılık adına final sahnelerinde yarattıkları karmaşayla kimi izleyicileri arafta bırakabilmektedir. Ancak The Haunting of Hill House; senaryosuyla, çekimleriyle, ses efektleriyle ve tek bir zaman diliminde ilerlememesine rağmen akıcılığıyla aynı türden yapımlar arasından rahatlıkla sıyrılıyor. Üstelik bir an izleyiciyi korkuturken diğer an ağlatan ve bu duygu geçişlerini çok hızlı bir şekilde yaşatabilen The Haunting of Hill House, gotik korku türüne yepyeni bir soluk getirmeyi başardı. Ayrıca dizideki karakterlerin çocukluklarını ve yetişkinliklerini oynayan kişilerin oldukça benzemesi de dizideki evrene bağlanmayı kolaylaştıran ve takdir edilesi detaylardan.
Dizinin çoğunlukla aldığı olumlu eleştirilerden sonra, 2020 yılında hikayesi bakımından 1. sezondan bağımsız olan The Haunting of Bly Manor duyuruldu. İkinci sezon genel anlamda ilki kadar beğenilmemiş olsa da ilk sezonu seven her izleyicinin listesine eklenmeye değer. Dolayısıyla zihninizde soru işaretleri varsa bile bir göz atmanızda fayda var. 3. sezona dair ise henüz bir netlik olmamasına karşın dizinin yönetmeni Flanagan, şimdilik 3. sezon için bir projeleri olmadığını açıklamıştı.
Yazımızı sonlandırırken korku ve dramın harmanlandığı yapımlara meraklıysanız ve The Haunting of Hill House’u henüz izlemediyseniz bir şans vermenizi şiddetle tavsiye ediyoruz.