
Televizyon Üzerine’nin İletişim Unsurları Çerçevesinde İncelenmesi
1 Ocak 2021 0 Yazar: Mad Jack• Ortalama okunma süresi: 4 dakika
Pierre Bourdieu’nün yayımlandığında büyük bir yankı uyandıran Sur la télévision (1996) adlı, orijinali Fransızca olan eseri, dilimize ilk kez 1997 yılında Turhan Ilgaz tarafından Televizyon Üzerine adıyla çevrilmiştir. Kitabın henüz ilk bölümlerinden vermek istediği mesaj kabaca, televizyonun toplumumuzu şekillendiren yegâne iletişim aracı olduğudur. Öte yandan yazar, televizyonun halka sunduklarından sorumlu insanların da yaşamımıza olan büyük etkisinin göz ardı edilemeyeceğinden bahsediyor. Şimdi bu çıkarımların dönemine göre olan geçerlilikleri ile inceliklerini kaynak, alıcı, mesaj ve kanal gibi iletişimi oluşturan temel unsurlar çerçevesinde inceleyelim.
College de France’ın görsel-işitsel bölümünde Pierre Bourdieu, televizyonun dayattıklarının aksine sıra dışı olduğunu düşündüğü koşullarla fikirlerini aktarabildiğini söylüyor. ‘’Peki, televizyonun dayattıkları nedir?’’ diye sorulacak olursa söylenebilecekler; bir nevi izleyiciyle iletişim halinde olan konuşmacıya kısıtlı zaman verilmesi, konuşma konusunun birçok dış unsur göz önünde bulundurularak sözde özgün olmasının istenmesi gibi durumlar olarak sıralanabilir. Yani televizyonun konuşmacıya, dolayısıyla izleyiciye de dayattığı her şey, kanal, alıcı (hedef) ve kaynak (gönderici) gibi unsurlardan oluşan doğru iletişimi sekteye uğrattığı su götürmez bir gerçektir. İşte Bourdieu’nün bahsettiği sıra dışı koşullar böyle ortaya çıkıyor.
Ne var ki, yazar da düşündüklerini halka aktarma güdüsüyle televizyona çıkan eğitimli insanların neden böyle kısıtlayıcı bir mecrada çıkıp konuşma yaptıklarını sorguluyor. Bu tezatlığa girişi, yazarın da kitabında yaptığı alıntıyı aynen aktararak yapmak istiyorum. ‘‘Olmak, algılanmış olmaktır.’’ diyordu Berkeley. Sosyolojik açıdan bakarsak insanların davranışlarını, hatta onların birbirlerine karşı tutumlarını (farklı siyasi görüşe sahip olanların birbirine karşı kutuplaşması gibi) yönlendirebilecek kadar etkili bir iletişim gücüne sahip televizyonda, birilerinin görünmeyen kuralları çerçevesinde yapılan sıradan konuşmalar halk arasında oldukça sıra dışı sonuçlar doğurabilir. Bu duruma rağmen televizyona çıkan kişi, büyük ölçüde ‘şey’ anlatmak için değil de kendini göstermek, algılanmış olmak için orada bulunuyor olabilir.
Televizyonda bulunmadan önce kendini, neden orada olduğuyla ilgili ve kısıtlayıcı olan medyayı sorgulama eyleminin gerekliliği konusundaysa Bourdieu, sorgulamanın doğru bir şekilde gerçekleştirilmesini temenni ediyor. Bu sorgulamanın özellikle haber kanallarını baz alırsak, önemli bir konumda olan gazetecilere savaş açarak değil, çoğu zaman ekran önünde bulunmayan mercilerin (belki de esas kaynak) istekleri doğrultusunda hareket etmek durumunda kalan gazetecileri (burada kanal görevinde) açık-doğru bir iletişime ikna etmeye çalışarak yapılması gerekir.
Ancak topluma (alıcıya) olan etkisinin farkında olan veya olmayan gazeteciyi bu uğraşa ortak etmek zordur.[1] Bourdieu’nün kitabında yaptığı alıntıda belirttiği gibi, Husserl’ın ‘’Elde ettiklerimizi geri vermek mecburiyetinde olan ve dünyayı keşfetmek için para alan insanlığın memurlarıyız.’’ tümcesi gazetecileri veya ikna edilmesi gerekenleri açık iletişime ortak etmenin ne denli zor olacağı konusunda zihnimizde bir fikir oluşturmaktadır. Öte yandan ortak deneyime sahip olmamak da bu durumu zorlaştıran etmenler arasındadır.
İşin garip tarafıysa normalde eleştirmenler, yönetmenler ve daha niceleri televizyona çıkma konusunda kendilerini sorgulamazken, televizyondakilerin televizyonda bulunmaya değer olup olmadığını sorgularlar. Aslında bu durumu, Bourdieu’nün henüz kitabın giriş kısmında başlık olarak kullandığı tamlama açıklamaktadır: ‘Görünmez Bir Sansür’. Göndericinin aktarmak istediklerinin belli bir kanaldan geçtikten sonra kodun çözümlemesi kısmında karşılaşmış olduğu gürültü, alıcının mesajı yanlış çözümlemesine, dolayısıyla geribildiriminin de problemli olmasına yol açar. Televizyondaysa bu problemli iletişim şekline sebep olan, yazarın da atmış olduğu başlıktan hareketle sansürdür.
Bir anlığına sansürü, iletişim şemasındaki, iletişim kopukluğuna sebep olabilen ‘gürültü’ olduğunu varsayalım. Bu benzetmeyle insanların kendilerini sorgulamamalarını veya algılanmış olma peşinde koşmalarını sansüre (gürültüye-daha yüksek mercilerin görünmeyen kurallarına) bağlayabiliriz. Hatta sansür o kadar güçlüdür ki televizyona çıkanlar bilinçli ya da bilinçsizce, özellikle siyasal kanadın aşıladığı oto-sansüre uyumlu hale gelmektedir. Ancak gel gör ki, Bourdieu’nün de belirttiği gibi, sansasyon basını için en yeğlenesi ve tam tersi sansürün en uygulanası olduğu olaylar; kan, cinsellik, suç ve bunların bazen dramatize edilmesidir. Dramatize edilmekten kasıt, aslında tüm televizyon haberlerinde görebileceğimiz, kullanılan abartılı sözcüklerin arkasına monte edilen görüntülerle sıradanı sıra dışı gösterme eğilimidir. Bu eğilim, alıcıyı kendi düşündüklerine ve isteklerine tabi tutan, mesajı kodlamadan sorumlu olan göndericinin çabasıdır.
Örneğin televizyonda yayımlanan bir dizide veya filmde gördüğümüz katilin, kimi izleyiciler tarafından sempatik bulunması, göndericinin (burada yönetmen vb.nin) sıra dışı olanı elde etme çabasındaki başarısıdır.[2] Tabii bazen bu durum, tıpkı, kısıtlayıcı bir mecra olduğu halde televizyonda neden bulunduğunu bilmeyenlerin algılanmış olma dürtüsü gibi, filmi izleyen kişinin de (alıcı) bu dürtüye sahip olması göndericinin (yönetmen) mesajının başarıya ulaşmasını kolaylaştırır. Çünkü olayın odak noktası, yani dikkat çekeni dedektif değil, katilin ta kendisidir. Bu da gerçek hayatta varlığını sorgulayacakları halde, olayın algılananı olduğu için izleyiciyi, katile sempati duyar hale getirir. Bu durumu iletişim çerçevesinde değerlendirecek olursak göndericinin tamamen odak noktası olma isteği, bir nevi ben dili, alıcıyla çapraz iletişim yaşanmasını, böylece sağlıksız bir iletişimi kaçınılmaz hale getirir.
Ayrıca medyanın gayet vasat olan bir haberi (mesajı), görünmeyen kurallar çerçevesinde süzgeçten geçirerek televizyonda olabildiğince hızlı bir şekilde insanlara (alıcıya) ulaştırmasının sebebi, onlara içeriğin üzerine düşünecek zamanı vermemektir. Böylece birçok kişi kendisine sunulanı direkt olarak benimser. Öyle ki televizyona çıkan bazı eleştirmenler (kaynak olması gerekirken kanal görevini üstlenmek zorunda kalan) bile, bilinçsizce benimsedikleri oto-sansürden dolayı eleştirilerini hızlıca yapmak zorunda kalır. Ancak burada, eleştirmenin bahsedecekleri problematik konular olduğundan, dayatılan kısıtlı süre, aynı şekilde oto-sansürü benimsemiş, eleştirmeni köşeye sıkıştırmaya çalışan bir gazetecinin sorularına karşılık büyük bir dezavantaj oluşturur. Bu durumu izleyicinin (alıcının) algıları kısmında değerlendirecek olursak, kazanan yine televizyon üzerinde gerçek güç sahibi olanlar (gönderici) olur.
Tabii televizyonun her ne kadar toplumda muazzam bir etkisi olduğu gözler önünde olsa da Bourdieu’nün metnini 1996 yılında yayımladığını da unutmamak gerekir. Demem o ki, televizyonun çarpıcı etkisi geçerliliğini korusa da 21. yüzyılda halkı esas etkisi altına alan, reklam sektörünün gelişmesiyle örgütsel bir iletişimi muazzam bir şekilde uygulayan internettir. İnternet, günümüzde yapay zekanın da gelişmesi ile alıcı konumundakileri büyük oranda dijital ortama kaydırmaktadır.[3]
Toparlayacak olursak Bourdieu’nün televizyon hakkındaki fikirlerinin, aktarıldığı dönemde bir iddiadan öte, bir gerçek olduğunu görüyoruz. Televizyon programlarının, programları sunmakla görevli kişilerin, programa katılan konukların ve tüm burada adı geçen öznelere kendi kurallarını dayatan yüksek mercilerin halk üzerindeki devasa etkisi, var olan iletişimin genel bir şemasını oluşturmaktadır.
[1] Alexandra Herfroy-Mischler. Silencing the agenda? Journalism practices and intelligence events: A case study, Media, War & Conflict, Cilt:8, Sayı:2, Ağustos 2015, ss. 244-263.
[2] Joanna Dunn. How a Psychopatic Serial Killer Becomes an American Favorite: An Analysis of Dexter Morgan, Augsburgh Honers Review, Cilt:5, Sayı:10, 2012, ss. 133-152.
[3] Serhat Baştan. Yapay Zeka, Yeni İletişim Teknolojileri ve Örgütsel Değişim: Akıllı Örgüte Doğru, Yönetim ve Ekonomi: Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:10, Sayı:1, 2003, ss. 188-203.