Pandemide Yaşlılık ve Yaşçılık

Pandemide Yaşlılık ve Yaşçılık

9 Şubat 2021 0 Yazar: Mrs. Hyde

• Ortalama okunma süresi: 3 dakika

Şüphesiz ki Covid-19 pandemisi toplumun her kesiminden insanın yaşamını etkiledi. Ancak, bu yazımızda pandemi sürecinde sosyal medyada sesi daha az duyulan yaşlıların yaşadıkları ötekileştirme politikalarını görmeye çalışıp, okurlarımızı tüm dünyada pandemiden son derece ciddi bir şekilde etkilenen yaşlı bireyleri düşünmeye, yapıcı olmaya ve ayrımcı dille mücadele etmeye davet ediyoruz.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre bugün dünyadaki 60 yaş ve üzerindeki insanların sayısı 600 milyon civarında. Bu sayı 2025 yılına kadar iki katına ulaşacak, 2050 yılında ise toplam nüfusun 2 milyar kadarını 60 yaş ve üzeri insanlar oluşturacak. Azınlık olarak gösterilemeyecek bu kesimin uğradığı ayrımcılığın bir adı da var: yaşçılık (ageism), yani yaşa dayalı ayrımcılık. Tıpkı benzer sistematik ayrımcılık mekanizmaları olan ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi gibi, yaşçılık da belirli bir yaş grubuna mensup tüm insanların klişeler üzerinden genellenmesi yoluyla ortaya çıkar. Yaşa dayalı ayrımcılığın bireylerin psikolojik durumlarına olan negatif etkisinin yanı sıra, yine Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kalp damar problemlerini artırma, ortalama yaşam süresini kısaltma olasılığı bile var.

Elbette ki, yaşa dayalı ayrımcılık sadece yaşlılara karşı yapılmıyor. Örneğin, çocukların da çeşitli bağlamlarda yaşa dayalı ayrımcılık kurbanı oldukları gözlemlenebilir. Biz bu çalışmamızda yaş temelli ayrımcılığın pandemi sürecinde sistematik ya da istemsiz bir şekilde daha da belirgin hale gelen yaşlılarla ilgili boyutundan söz edeceğiz.

Ülkemizde 65 yaş ve üstüne getirilen ve geçtiğimiz yılın 21 Mart tarihinde başlayıp nisan ve mayıs aylarına yayılan sokağa çıkma yasağı, bireylerin hem iş yaşamına hem de sosyal alışkanlıklarına darbe vurdu. Sosyal medyada yaşlılarla alay edilen, onları savunmasız bir konuma getiren videolar paylaşıldı, yorumlar yapıldı, yaşlıların söz dinlemediğine, zaten çalışmadıklarına, üstelik de çocuk gibi dışarı çıkmak istediklerine gerçek dışı bir biçimde vurgu yapıldı. Yaşlıların toplu taşımaya ücretsiz erişimi bile tartışma konusu haline getirildi. Kapitalist sistemin yıllarca sömürdükten sonra ötekileştirmeyi seçtiği yaşlılara karşı, toplum da kapitalizmin bir organı haline gelerek zaten salgından dolayı korku ve stres altında olan birçok yaşlıyı salgının gerçek mağdurları olarak görmek yerine, büyük bir yanlış anlaşılma gibi duran bir bakış açısıyla, onları salgını yaymakla suçlamayı seçti. Ancak 65 yaş üstüne getirilen katı sokağa çıkma yasağı, bu yaş grubu salgını yaydığı için değil, daha yüksek risk altında olabileceği için getirilmişti.

Zaten bu yanlış anlaşılma gibi duran bakış açısının aslında bir yanlış anlama değil de, düpedüz zorbalık olduğunu gösteren de “Bu virüs bana zaten bir şey yapmaz ya, yaşlıları öldürüyormuş” söyleminin hiçbir hassaslık gözetilmeden gitgide yaygınlaşması oldu. Şimdi çok temel bir soru soralım: Bu zorbaların en basit maske ya da sosyal mesafe kurallarına bile uymamaları, toplumdaki diğer bireylerin en temel hak olan yaşama hakkına karşı bir tehdit oluşturmadı mı?

Buradan yola çıkarak, yaşlı bireylerin toplumdaki her birey gibi salgın stresiyle mücadele ettikleri yetmiyormuş gibi, ayriyeten psikolojik bir şiddete maruz kaldıklarını gözlemlemek mümkün. 65 yaş ve üstü her bireyin rutinini bilmek mümkün olmasa da, toplumun bu yaş grubunu pasif olarak nitelendirmesine rağmen, içlerinden bir kısmının emeklilikten sonra bile çalışmak zorunda olduğunu biliyoruz. Bir kısmının yalnız yaşadığını ve hem ülkemizde hem de dünya genelinde bu yasaklardan ötürü daha da izole olduğunu, bir kısmının ise gayet sağlıklı olduğu halde yasaklardan ötürü mutfak alışverişleri için bile bağımlı hale geldiğini ve aklımıza gelmeyen daha birçok durumun var olduğunu biliyoruz. Özellikle ülkemizde büyük bir çoğunluğunun ise çocuklarıyla ve torunlarıyla yaşadığını ve evdeki her bireyin iş, okul veya sosyalleşme dolayısıyla dış dünyaya açılıp eve dönünce zaten ev hapsindeki yaşlılara bu virüsü bulaştırdığını biliyoruz. Elbette dizginlenemez bir salgınla mücadele ederken çeşitli önlemler gerekiyor. Ancak bu olaylar zinciri kültürümüzde yaşlıların önemi bir efsaneden mi ibaretti diye düşündürdü beni.

Geriye sorulacak birkaç soru daha kaldı: Yaşlıların hakları ihlal edildi mi? Ötekileştirildiler mi? Yalnızlaştılar mı? Yalnızlaştırıldılar mı? İş hayatında uğranan ayrımcılık, güvence yokluğu, emeklilikten sonra bile çalışmak zorunda kalmak, üreten olarak görülmeyenlerin sistemin dışına atılması, sosyal ağın küçülmesi, yalnızlık, sağlık problemleri, salgın ve dijital ayrımcılık, ayrımcılık, ayrımcılık, ayrımcılık, ayrımcılık, ayrımcılık, ayrımcılık…

Ayrımcı dille mücadele edilmesini, hem Türkiye’de hem de dünyada yaşa dayalı ayrımcılıkla mücadele eden sosyal politikaların geliştirilmesini umuyoruz. Kamuoyundaki bilinci artırma gerekliliğinden dolayı sesini medya aracılığıyla duyurabilen her bireye bu anlamda büyük sorumlulukların düştüğünü belirterek yazımızı sonlandırıyoruz. Tahammülsüzlük ve nefreti bırakarak her çeşit ayrımcılıkla mücadele etmek çok da zor olmasa gerek.

Not: Kullanılan görsel tarafımıza aittir.