Dünya Kadınlar Günü Neden Var?
8 Mart 2021 0 Yazar: Mrs. Hyde• Ortalama okunma süresi: 5 dakika
Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kadın hakları anayasayla güvence altına alınmış olsa da, istatistiklerin kanıtladığı, ancak istatistiklere gerek olmadan bile son derece gözle görülebilir bir hal almış olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle başa çıkılamamaktadır. Kadına yönelik şiddet, maaş eşitsizliği, hane emeğinin yok sayılması, eğitimde fırsat eşitsizliği, çocuk evlilikleri, sağlık hizmetlerinden faydalanamama gibi temel konuların yanı sıra kullandığımız dilden oturuş kalkışımıza kadar toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin varlığını her gün hissediyoruz.
Verilen mücadeleler sonucu kazanılmış olan haklar maalesef pratikte yeterli değil. Mizojini, yani kadın düşmanlığı fallus merkezli kültürde, erkek yargıda ve ataerkil toplumsal ahlak anlayışında sistematik bir şekilde yer etmiş olduğu için, kadınların bugün verdiği bireysel ve kolektif mücadelelere kimi çevrelerce gereksiz gözüyle bakılıyor. “Zaten eşitiz, ne gerek var daha fazlasına” ya da “her şey bitti, bu mu kaldı” şeklindeki çıkışlarla kadın hareketi gerek çeşitli gelişmiş ülkelerde gerekse de Türkiye’de aşağılanıyor ya da anlamlandırılamıyor. Bu gibi özel günlerin, ayrımcılık uygulanan grupların kendilerini değersiz gördüklerini ve bu değersizliği gerekçelendirmeye çalıştıkları bir münasebet olarak göründüğünü söyleyen öğretildikleri değişken olmayan kültüre zincirlenmiş ayrıcalıklı erkekler var. Dünya Kadınlar Günü’nün, Onur Yürüyüşü’nün ya da başka birçok önemli kutlama ve protestonun klişeleri güçlendirdiğini söyleyip, protesto kültürünü anlamayanlar var.
Tüm bu ataerkil perspektiflerin bizi getirdiği noktada, kadın hareketinin tüm dünyada bölgeden bölgeye teması değişebilen kutlamalarla ya da protestolarla gündeme geldiği 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mizojininin norma dönüştüğü Türkiye’de bir hedef haline gelmiş durumda. Kapitalist sistemin sömürmeye çalıştığı bir gün, ataerkil sistemin ya göz ardı etmeye ya da marjinalleştirmeye… İyisi mi, bu yazıya 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün tarihçesiyle devam edelim.
1909 yılında Amerikan Sosyalist Partisi 28 Şubat tarihini Ulusal Kadın Günü ilan etti. Partinin bugünü onurlandırmasının sebebi bir yıl önce çoğunlukla giyim endüstrisinde çalışan 15 000 civarı kadının gerçekleştirdiği çalışma koşullarına yönelik protestolardı. Talepler arasında çalışma saatlerinin kısaltılması, ücretlerin artırılması ve oy verme hakkı bulunmaktaydı. Bu protestolar olumlu sonuçlar verdi, kadınların aldıkları ücret bir nebze iyileştirildi. Amerika’da 1913 yılına kadar da şubat ayının son haftası Ulusal Kadın Günü olarak kaldı.
1910 yılında Kopenhag’da düzenlenen Uluslararası Çalışan Kadınlar Konferansı’nda Almanya’nın Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin her ülkede her yıl aynı anda düzenlenen bir kadınlar günü etkinliğinin belirlenmesi gerekliliğinin altını çizdi. Böylece kadınlar seslerini kolektif anlamda duyurabileceklerdi. Zetkin’in önerisi 17 farklı ülkeden katılan onlarca kadın tarafından kabul edildi.
Bunu takiben Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre 19 Mart 1911’de Dünya Kadınlar Günü’nü ilk kutlayan ülkeler oldu. Hemen ardından 25 Mart 1911 tarihinde trajik Triangle Gömlek Fabrikası Yangını meydana geldi. New York’ta gerçekleşen bu büyük faciada 123’ü kadın ve kız çocuğu olmak üzere toplamda 146 işçi can verdi. Patronlar Max Blanck ve Isaac Harris’in kurtulduğu yangında, çalışanların büyük çoğunluğunun İrlandalı, İtalyan ve Yahudi göçmen kadınlar olduğunun da altını çizmekte fayda var. Göçmen işçiler korkunç koşullarda çalıştırılıp 7 dolar ile 12 dolar arası haftalık ücret alırken, fabrikada güvenlik önlemlerinin zayıf olması ya da hiç olmaması ve işçiler yanarken çıkış kapılarının kilitli olması bu olayı bir bütün olarak politik kılan diğer etmenler arasındadır. Bu facia Amerika’da çalışma koşullarına yönelik tartışmaların gündemde yer almasına yol açtı.
Rusya’da o dönemde kullanılan Jülyen takvime göre 23 Şubat 1913 tarihinde, yani savaş arifesinde kadınlar barış için yürüdüler. Gregoryen takvime göre ise 8 Mart tarihine denk gelen bu gün, 1914 yılına gelindiğinde Avrupa genelinde kabul görmeye başladı.
23 Şubat 1917 ise tam bir dönüm noktası oldu. Yine Gregoryen takvime göre 8 Mart 1917 tarihine denk gelen bu büyük protesto, dünya tarihini derinden etkileyen Rus Devrimi’nin de başlangıcı olarak kabul edilir. Savaşın yıkımından usanan ve “ekmek ve barış” talebiyle yürüyen Rus kadınları, Çar’dan oy hakkı alana kadar protestolarına son vermediler.
1975 yılında nihayet Birleşmiş Milletler tarafından da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez kutlandı. Kadın haklarının iyileştirilmesi için çalışmalara ağırlık verildi.
2000 yılına geldiğimizde her alanda hak, özgürlük ve eşitlik talepleri birçok farklı kadın organizasyonunun yeni kampanyaları ve güncel temalarıyla gündeme gelmeye başladı.
Tek bir yazıya sığdıramayacağımız kadar uzun yıllarca süren aktif ve pasif direnişten, hak arayışından ve çatışmalardan sonra, bugün kadın iş insanları, bilim insanları, sanatçılar var. Bugün kadınlar oy verebildiği gibi, meclise de girebiliyor.
Ancak toplum olarak insan yapımı ataerkil kültür tarafından öylesine zincirlenmişiz ki, özgür düşünemiyoruz.
Yolun sonuna mı geldik? Hayır.
Bir yandan zehirli erkeklik tutumu sürdürülerek, diğer yandan kadınların eşitliği ve özgürlüğü elde ettikleri yanılgısına kapılması mı isteniyor? Evet.
Kadınların kullandığı dilden attığı kahkahaya, gezdiği yerden eve döndüğü saate, yürüyüşünden oturuşuna kadar, her alanda erkek egemen toplumda yaşadıklarının bilincinde olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Yemeğe tuz atmayı unuttuğu için öldürülme korkusu yaşayan kadınların var olduğu bu coğrafyada, hala namus cinayetleri de işleniyor.
Ünlü bir yazar yaptığı tacizlerin sosyal medyada ifşa edilmesi üzerine fiyakalı sözcüklerle kendini savunacak yüzü bulabiliyor. Bir yayınevi sahibi sosyal medyada ifşa edilip suçlamayı da yalanlamayınca, tacizci olduğu için değil de yakın çevresi olayı duyacağı için utanç duyup intihar ederken, ataerkil toplum ifşayı yapan kadına “içinde tutsan olmaz mıydı?” veya “yasal yöntemlerle hakkını niye aramadın?” şeklinde anlamsız çıkışlarda bulunabiliyor. Her akşam haberlerde yeni bir veya iki, belki de üç kadın cinayeti haberiyle sarsılıyoruz. Dizilerimiz bile kadına yönelik şiddet kültürü ve çeşitli ayrımcılıklar üzerine kurulu.
Maaş eşitsizliği yetmezmiş gibi, bugün her üç kadından biri iş yerinde tacize uğruyor. Sokakları ise söylemeye bile gerek yok. Çalışan kadınlar eve gelip bir de hane işlerini yaparken, tüm ailenin psikolojik yükünü de sırtında taşıyor. Ücretsiz aile çalışanı statüsünde olan birçok kadın ise sanki çalışmıyormuş gibi değerlendirilirken, aslında yemekten temizliğe, çocuk bakımından yaşlı bakımına kadar uzun bir karşılıksız emek faaliyeti listesinden sorumlu tutulan emekçiler. Pandemi sürecinde daha da artan ev içi iş yüküne rağmen, kadınların hane içindeki emeğinin görülmek istenmemesi aile içi ataerkil hiyerarşiyi sağlamlaştıran bir tutum oluyor. Kız çocukları, kendilerinden küçük ya da büyük olan erkek kardeşlerinin bakımından sorumlu bir şekilde büyütülürken, erkek çocukları bir bardak kaldırınca fallus merkezli kültürden tebrik görüyor. Toplum genelince farkında olarak ya da olmayarak sahiplenilen gelenek (uydurulmuş rutinler) fonksiyonları sadece zarar verme üzerine kurulu kadına yönelik şiddet kültürü, fallus merkezli kültür, eril kültür, patriyarka, erkek egemen kültür, bugün kadın cinayetlerinin politikliğini bile cahilce reddetme cüreti gösteriyor.
Birleşmiş Milletler’in dünya çapında birçok alanı kapsayan güncel toplumsal cinsiyet ayrımcılığı verilerinden yaptığımız küçük bir seçkiye göre:
Her gün 137 kadın bir aile üyesi tarafından öldürülüyor.
Kadınların %35’i kocası ya da sevgilisi tarafından fiziksel şiddete ya da yabancı biri tarafından cinsel şiddete maruz kalıyor.
Şiddet gören kadınların %60’ından fazlası herhangi bir yardım arayacak imkâna sahip değil.
En az 200 milyon kadın ve kız çocuğu kadın sünneti kurbanı.
Kadın milletvekillerinin bile dünya genelinde %82’si psikolojik şiddet kurbanı olduklarını söylüyor.
Bugün dünyada da Türkiye’de de ötekileştirilen her grubun olduğu gibi, kadınların da protesto kültürü ile edinebileceği kazanımlar hala var. Bugün, bir asır önce oy kullanamazken, yoğun mücadeleler sonucu gelinen noktayı, her kazanımı, her katkıyı, ninelerimizin emeğini onurlandırıyoruz ve emeklerimizi, var oluşumuzu kutluyoruz. Bugün daha fazlası için yürüyoruz. Ataerkil kapitalist ve ırkçı sisteme karşı öfkeliyiz. Taleplerimiz var, sesimizi duyuruyoruz. Nefrete karşı farklılıklarımızla birleşiyoruz. Protesto kültürü ile “kadınlar vardır” ve “her kadın emekçidir” diyoruz.
Bugün #uykularınız kaçsın. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun!
İkinci Görsel: Diken